Az önce eşiyle boşanma aşamasında alan bir arkadaşımla görüştüm. Okuldan arkadaşım kendisi. Kendine özgü dolu dolu kahkahalarıyla yerini alırdı sohbet grubumuzun içinde. Ama şimdi o kahkahalar hayata tutunmaya, gücünü korumaya ve küllerinden doğmaya adamış kendini.
Kolay değil, insanın boşandığında bitek yatağının diğer yarısı olmuyor ki değişen. Planların değişiyor, "bundan sonra"sıların, düzenin, düşüncelerin vs. Kalbinde onarmalar başlıyor, umrumda değil herkes istediğini desin desen de ona buna yapılacak açıklamalar hazırlanıyor. Çocuğun psikolojisi, velayeti, eğitimi, nafakası, boşanma süreci falan oldukça yorucu. Haliyle konuştuk uzun uzun, biraz teselli vermeye çalıştım, biraz anlamaya. Ne yalan söyleyim biraz bende sövdüm onun kocasına.
Klasik olacak ama kimse boşanmak için evlenmiyor. O zamanki ruh haliyle, mantık çerçevesiyle bu tamamdır dediği kişiyle evlendi. Olur bu iş dedi, bu adamla yaşanır, hayat paylaşılır, çocuk yapılır, ömrüne katılır... Şimdi ise yeni cümlelerle, evliliğe dair çıkardığı dersler ve yeni notlar belki yeni kriterlerle karşımda buldum onu. Şimdi olsa diyor evleneceğim insanda 3 özellik arardım. Onu sevmemmiş, anlayışlı olmasıymış, sakinliği, yakışıklı olması yada maddi durumuymuş değil aradığım;
Karşıma çıkacak adam birey olsun önce.
Hayatını bir düzene oturtmuş, yaşam amacını belirlemiş olsun. Ne istediğini bilerek çıksın karşıma.
Ben ne diyorum, ne istiyorum benim için neler yapabilir gösterecek. Hayatının neresindeyim bilmem lazım
diyor. "Biraz erkek olsun, maço olsun, masaya şöyle yumruğunu vurabilsin." miş. Herkes yaşadığını bilir işte. Onun yüreğini yakan, canına tak eden, onun için bir anlam ifade etmeyen "anlayış" özelliği benim için eşimle evlenmemdeki en büyük etkenlerden biridir mesela. Kızın neden ve nasıl ağzı yandıysa artık.
Arkadaşımın evlendiği adam (onun anlatımıyla yazıyorum buraya) 40 yaşında ve hala annesinin babasının kurduğu cümlelerle yaşayan, kendi kendine yön veremeyen bir adam. Hala hayatında sağlam bir istikrar olamamış. Ne yaptığı işte karar kılmış, ne bir işte tutunabilmiş, ne de eşiyle bir gelecek planı içine girebilmiş. Tüm anlayışını, ses çıkaramayışını, sakinliğini de sadece kendi annesin, babasının ve kız kardeşinin hatalarını yok saymakta kullanmış. Ayrıca evlenmeden önce hergün beraber vakit geçirmek isteyen, güllerle çiçeklerle kapıya dayanan adam karısını evin bir köşesine atıvermiş sonraları, yemek bulaşık çamaşır nöbetlerine.
Herkes yaşayarak öğreniyor dedim ya, herkes kendi edindiği tecrübelerine dayanarak, kalbindeki yaralara bakarak bir bundan sonrası yada "şimdi olsa"lı bir madde ekliyor hayat listesine.
Telefon kapandı ve çoğu zaman olduğu gibi yine kendime döndüm. İç sesime kulak verdim, kendi hayat filmimi söyle bi geriye saydım. Bende yüzleştim kendimle ve benim "şimdi olsa"lı cümlelerimle. Şimdi evlensem benim de ekleyecek maddelerim var kriter listeme.
Kalbimin önüne geçen, aşık olduğumda pır pır uçuşan o kelebeklere "dur hele noluyoruz" diyen, eşeğini sağlam kazığa bağlayan... Yaşın ilerledikçe, hayatına günler, yaşanmışlıklar eklendikçe bakışın da değişiyor olaylara. Tabi bununla beraber evlendiğin adama da... Yaşamda karşına çıkacaklarla ilgili yılların kazandırdığı bir güç olsa da daha ürkekleşiyorsun adımlarını atmakta.
Kanın deli akmıyor bir kere, iki gün birlikte okul kaçamağı yaptığın kişi kankin olmuyor mesela, sırlarını en çok kendine saklamaya başlıyorsun tanıdıkça ve gördükçe. Eş seçimindeki yaş ilerledikçe artan seçicilik var bide görünen günlerden, geçen ömürden nasibini alanlar arasında.
Mesela ben geriye dönüp şöyle bir baktığımda şaşıveriyorum bazen kendime. Vay bee bunu ben mi yapmışım, nasıl yapabilmişim cümleleri dökülüyor dilimden. Şimdi olsa yapmam dediklerimin yanında şimdi olsa yapamam dediklerimde birikiyor hayat satırımda. Alışkanlıkları değişiyor insanın, en yapmam dediklerinin içinde oluyor, "bizim zamanımızda"lı cümleler kurmaya başlıyor zamanla.
Şu an İstanbul geldi ilk aklıma. Bana göre çalacak bir kapımın olmadığı, beni bu kadar yalnızlaştıran, herkesi en uzağıma iten bir şehire sanırım gelemezdim şimdi ben. Ya sevdiği kız için şehrini değiştiren bir adam olurdu kocamla bizim hikayemizin adı yada öylece kalırdı iki küçük kol düğmesi misali. Eşimi daha sağlam duygularla, daha bikirmiş vefayla, ortak yaşanan acılarla, bol kahkahalarla, beraber geçen gece ve gündüzle sevsem de şimdi çok daha az cesaret ederdim onunla da olsa bu kadar uzakta olmaya. Belki on yıl öncesinde dünyanın her yerine gidecek kalbim şimdi ince eleyip sık dokumadan bir adım bile atamıyor uzaklara.
Deli çağlarımızın deli kanı aldığı risklerle bazen sağlam vuruşlar yapsa da bazende deliliğine maruz kalıp ahh keşke diye kazınıyor dilimize. Neyse yine de iyidir ahh keşkeler. Çünkü yön verirler "bundan sonra"mıza, artık yapmayacaklarımıza. Biliriz ki hatalar yine olsa da hayatımızda ayınısı asla yaşanmayacak bir daha.
Ama söylemeliyim ki iyiki deli akmış kanımda evlenmişim kocamla. Şimdi olsa bana göre dünyanın en iyi kocasını yok İstanbul'a gelemem, yok ailemi bırakamam duygusallığına kapılıp başkalarına kaptırmıştım Allah muhafaza. Aferin Seda! Bu kocaman iyiki bir ömür yetsin inşallah sana.
Bu Yazı: Yaşamdan nasibini almış biraz. Artık 17 değilmiş, büyümüş de hayat listesine ne cümleler eklemiş.
0 yorum
Yorum EkleYorumunuz